MAMOGRAFİ TARTIŞMALARI HALKA AÇIK OLMAMALI

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
FATİH AYDOĞAN

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Meme Hastalıkları Servisi’nden Doç. Dr. Fatih Aydoğan’ ın mektubu:

“Sayın Küçükusta ve değerli hekim forumu üyeleri,

Mamografi konusunda tartışmaları ve sayın Küçükusta’ nın yazılarını ilgiyle izlemekteyim. Bu konuya meme kanseriyle ilgili ülkemiz gerçeklerini göz önüne alarak ve daha çok Türkiye‘de yapılan çalışmaların bilgileriyle katkıda bulunmak istedim. Sayın Küçükusta’ nın yazılarında yanlış çıkarım yaptığı bazı konulara ise yazının gereksiz uzun olmaması için girmemeyi tercih ettim.

Öncelikle bazı saptamaları hatırlatmakta fayda var

1. Ülkemizde meme kanseri sıklığı batı ülkelerine göre daha az olmasına rağmen genç meme kanseri oranı oldukça yüksek.                

40 yaş altı meme kanseri oranı batıda % 3-6 iken maalesef bizde % 20 oranında (Meme Federasyonu Verisi, Cerrahpaşa Verisi).                 

Başka bir bakışla Türkiye’de meme kanseri görülme yaşı ABD’ye göre 11 yaş erken (İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü verisi)

2. Çok sayıda prospektif çalışma verisine dayanarak 50 yaşından sonra mamografi taramasının mortaliteyi 1/3 oranında azalttığı gösterilmiş. 40-50 yaş arası veriler ise net değil. 40-50 yaş grubunda ülkemize ait bir kanıt değeri olan bir veri olmadığı için başka ülkelerin verilerine göre olumlu ya da olumsuz bir çıkarımda bulunmak doğru olmaz.

3. Türkiye’de meme kanseri taraması birçok ülkede olduğu gibi 50 yaşından sonra 2 yılda bir yapılıyor.

4. 40 yaş altı meme kanserlerinde mamografinin duyarlılığı düşük ve ek tetkiklere ihtiyaç oluyor. Zaten bu yaş grubunda tarama yapılmıyor.

Yukarıdaki bilgilere göre standart yapılan mamografi tarama programının tartışılmasının pek anlamı olmadığı gibi, sayın Küçükusta’ nın yazdıklarının çoğunda haklı olmasına rağmen daha çok okunmak için aşağıda yazılarda kullandığı çarpıcı başlıklı yazılarının topluma (yanlış algılama nedeniyle) çok olumsuz etkileri var. Bu etkileri meme bilimi ile uğraşan hekimler açık olarak görüyor. Sayın Küçükusta’ nın bir gün karşısına benim bu hale gelmeme yazılarınız sebep oldu diyen bir kadın çıkarsa şaşırmayalım!

MAMOGRAFİLER TIBBÎ SKANDAL OLABİLİR

MEME KANSERİ TARAMALARININ FAYDADAN ÇOK ZARARI VAR

MEME KANSERİ TARAMALARI İŞE YARAMIYOR

TARAMA İLE HAYATLARININ KURTULDUĞUNU SANAN KADINLAR YANILIYOR

MAMOGRAFİLERİN FAYDADAN ÇOK ZARARI VAR

Sayın Küçükusta’ nın deyimiyle, gelelim neticeye

1. Tıbbi uygulamalarla ilgili bir konuyu tartışacaksak halka açık değil hekimlerin olduğu bir platformda yapmalıyız.

2. Hangi hastaya hangi tetkikin ne sıklıkla yapılacağına o konu ile uğraşan hekimler karar vermesi daha uygun olur.

(Örneğin ailede birinci derece yakınlarında erken yaşta meme kanserleri olan kadınların ilk mamografisi 30 yaşında da çekilebilir; 44 yaşında bir şikâyet ve risk faktörü olmayan ve mamografisi çok yoğun olan bir hastaya her yıl mamografi çekimi önerilmeyebilir)

3. Yapılan görüntüleme tetkiklerinde maruz kalınan radyasyonun memeye olumsuz etkileri ile ilgili bir sorun olduğu düşünülüyorsa, memenin çok fazla radyasyon dozuna maruz kaldığı gereksiz Toraks BT çekimleri önlemeli ve radyasyona duyarlı organlara (meme, tiroit, testis) koruma yapmalıyız (Bu konuda Cerrahpaşa Radyoloji Anabilim Dalı tarafından yapılan çalışmalara bakılabilir)

4. Meme kanseri görülme yaşı özellikleri nedeniyle ülkemize ait daha fazla sayıda çalışmayı hızla tamamlamalıyız.”

**

Fatih Bey’ in bu mektubuna Konya Farabi Klinik’ ten Dr. Mehmet Arazi’ den de destek var:

Sayın Aydoğan, kıymetli meslektaşım:

Son derece bilimsel, açıklayıcı, seviyeli nezaketli ve bu konu ile ilgili gereksiz polemikleri bitirici mailiniz için size teşekkür ediyorum.

Saygılarımla.

**

Yeni gördüğüm bir yorum da genel cerrahi uzmanı Op. Dr. Samet Mengüç’ ten:

“Tüm sağduyulu bilimsel ve iyi hekimlik yapan meslektaşlarım;

Bazen susmak bilimselliktir, bazen şaklabanlığa şiddetle karşı çıkmak bilimselliktir .. Bazen de Sayın Fatih Aydoğan gibi bilimsel çalışma ve verilerle duruş sergilemek bilimsellik ve iyi hekimlik oluyor…

Ancak sayın Küçükusta gibi bilimsellikten uzak, tamamen popülizm adına ortaya atılan görüş ve önerilerin bu ortamlarda tartışılmamasını sağlamakta bana göre bilimselliktir. 

Tüm bilimsel ve iyi hekimlik yapmaya çalışan meslektaşlarımı bir kez daha saygıyla selamlarken, Küçükusta gibi meslektaşlarımdan da bizden uzak olmayı dilemekten başka bir yorum yapamıyorum…

Yazı için 5 yorum yapılmış:

  1. kerem dedi ki:

    Tabi gizli yapılsın. Nasılolsa hiç bir tartışmadan, özellikle de gizli olanından bir sonuç çıkmaz; böylece halk gerçekleri öğrenemez ve bu statüko da böylece uzun yıllar devam eder, gider. Taki mızrak çuvala sığmayana dek! Mantığa bakın: Gizli! Hala 60’lı yılların demir perde dönemlerind eyaşadığımız sanılıyor besbelli ki.

  2. BÖYLE AÇIK SEÇİK TARTIŞIYORUZ DA NE OLUYOR?

    Kaynaklar sonsuz değil sınırlıdır. Sınırlı kaynakların da akıllı kullanımı gerekir. Akıllı kullanım; hastalıkların önlenmesi, sağlığın korunması demektir.
    Koroner kalp hastalığı ve kalpten ölümler hızla artıyor. Kalp yetmezliği oranı dünya ortalamasının 3 katı olmuş, şimdiden 4 milyonu geçiyor. Kalpten ölümler önümüzdeki 10 yılda % 100 artacak. Sekiz milyon kişi böbrek hastası. Yani her 6 kişiden birisinde kronik böbrek hastalığı var. Astım ve KOAH 6 milyon insanı etkiliyor. Yani 40 yaş üstü her 5 kişiden biri akciğer hastası. Hepatit B – C taşıyıcı sayısı 5 milyona ulaşmış. Her yıl 200 bine yakın kişiye kanser teşhisi konuluyor. Böyle devam ederse 2030’da yarım milyona ulaşacak. Milleti hasta edip taramak yerine hastalıkları önlesek daha mantıklı olmaz mı?

    Bataklığı önlemek, kurutmaktan daha mantıklı ve bilimseldir. Şimdiye kadar dilimize pelesenk olan laf, bataklığı kurutmaktı. Bataklık oluşumunu önlemek ise idrak sınırlarımızın ötesinde. Çünkü dereyi ve bataklığı görmeden paçayı sıvama bize göre değil. İzmir ve İzmit körfezinden, Ergene nehrine kadar önce kirletmek sonra temizlemek, dere yataklarına önce bina yapıp sonra yıkmak ve böylece kıt kaynakları heba etmek kötü kaderimiz. Çünkü böyle yaşıyoruz. İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınıza inanır ve öyle de yaşamaya devam edersiniz.

    Derelere akıtılan zehirler, kimyasal atıklar, içme suyuna karışan kanalizasyon suları, oksijenimizi tüketen kirli sanayi, ekzos ve partiküller, filtresiz bacalardan üstümüze çöken dumanlar, devasa gemilerle ülkemize sokulan radyasyonlu hurdalar, GDO’lu, hormonlu, katkı maddeli, tarım ilaçlı gıdalar her çeşit kanser, hastalık ve ölümlere yol açıyor. Kirlenmiş akvaryumda önce hastalanan, sonra da tedavi için çırpınan zavallı bir toplumun içler acısı hali.

    Bunca hastane, doktor, ilaç ve parayla yaptığımız, hasta balıkları taramalarla tesbit ederek son sistem makinalarla temizleyip yine aynı bataklığa atmak. Hastalıkları tarasan ne olacak, herkes bişekilde hasta. Bataklık oluşumunu önlemeyi idrak edemiyoruz. Peki tartışılan ne? Tartışılan şu; hasta balıklara 1000 euro’luk stent mi takalım, yoksa 100.000 euro’luk yapay kalp cihazı mı takalım? Halbuki bu iki yöntem de ne hastalığı önlüyor ve ne de ölümü. Elimizde ayda 5-10 euroya hastalığı önleyen, ölüm oranını azaltan koruma yöntemleri var, ancak en ucuz yolla hastalık ve ölümü azaltmak sosyetemizi bozuyor. Neden pahalı yöntemler peşinde koşuyoruz?

    SGK 2011 açıklaması dudak uçuklatıyor: Sağlık harcaması son 9 yılda % 800 arttı, ancak bu artış bize sağlık olarak geri dönmüyor. Hastalıkları önleme yoluna gitmediğimiz için boşuna para harcıyoruz. Ne dev hastaneler, ne sağlığa harcanan milyarlar ve ne de giydiğimiz kırmızılar sağlığı korumuyor, hastalık ve ölümler artıyor. ”Vasküler Risk” araştırması kötü kaderimizin belgesi; Balon, stent, baypas oranı son 5 yılda % 90 artarken, azalması gereken kalp krizi veya inmeye bağlı ölüm oranı ; % 270 arttı. TV’lerde aydın ve bilim dünyası neyi tartışıyor? En zengin ülkeler bile hastalıkları önlemek için en kolay, en ucuz ve en etkili yöntemleri uygularken biz neden yapamıyoruz?

    Hasta sayısı artmış, ilaç satışı rekor kırmış herkes övünüyor. Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf. Herkesin elinde tahliller, filmler dev hastaneleri tavaf ediyor. Ne biçim bir moda, nasıl bir anlayış? Hasta ve hastalık artışıyla övünen başka toplum var mı? Milyarlarca dolara aldığımız ilaçların % 40’ını da çöpe atıyoruz. Yazık değil mi?

    Dünya Sağlık Örgütü ise kişi başına yıllık 1,2 $ (2 TL) harcanarak hastalıkların önemli oranda önleneceğini bildiriyor. Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi ortak araştırması ; ülkemizde ölenlen yüzde 86’sının hastalıklı yaşam tarzından öldüğünü gösterdi. Yani önlem alınsa, ölümlerin yüzde 86’sı önlenecek ve geçtiğimiz yıllarda ölen milyonlarca insan hayatta olacaktı.

    Sebepleri ortadan kaldırmadan kötü sonuçları önleyemeyiz, bilim böyle söylüyor. Hastalık lobisini ayağa kaldıran işte bu anlayış: Yaşadığımız akvaryumun kirlenmesini ve bataklık oluşumunu önleyen stratejiler, hastaya susayan ve hastalıktan beslenen sistemi ve dev bir sektörü çökertiyor. Hastalıkları önlerseniz milyarlarca dolarlık harcamalar, ilaçlar, zincir hastaneler ne olacak? Hasta olacak, tedavi olacaksınız mesele bu kadar basit. Hasta olmanızı ve tedavi olmanızı sağlayan kirli akvaryum ve her çeşit sağlık taramaları hizmetinizde(!).

    Yaşadığımız akvaryumu bataklığa çeviren kanalizasyonları sökmeden, bu dere yatağında felaket üreten yaşam tarzını yıkmadan yapılan hiçbir işten hayır gelmez, sonuç alınmaz. Ne dev hastaneler, ne hastalıklara harcanan milyarlar ve ne de giydiğimiz kırmızılar ve ne de birbiri ardına yapılan sağlık taramaları bizi korumaz. Hastalık üreten kirli akvaryumdan sağlıklı toplum çıkmaz. Önce bunları idrak edelim.

    Ya hasta toplum olup doktor ithal edeceğiz, ya da sağlıklı toplum olup doktor ihraç edeceğiz, hangisini seçelim? Hasta ve hastalık odaklı sistemden sağlık odaklı sisteme geçmeliyiz. Dünyanın ileri ülkeleri bile bu sistemi yeni yeni idrak ediyor.

  3. Sayın Küçükusta,
    Türk Radyoloji Derneği, sitenizde yayınlanan yorumunda ülkemizde yapılan tek çalışmaya göre Türkiye’de meme kanserlerinin %50‘sinin 50 yaşın altında bulunduğunu, bu nedenle kadınların 40 yaşından en az 70 yaşına kadar yılda bir mamografi ile taranmaları gerektiğini bildiriyor (1). Dr. Fatih Aydoğan da Meme Federasyonu verilerine göre “40 yaş altında bulunan meme kanserlerinin batıda %3-6 iken ülkemizde %20 oranında olduğunu ve Türkiye’de meme kanseri görülme yaşının ABD’dekinden 11 yaş daha erken olduğunu iddia ediyor (2). Birçok meslektaşımız Dr. Aydoğan’ın, sırf sayısal veriler göstermesi nedeniyle “bilimsel” bir duruş sergilediği inancında. Benim gördüğüm ise akademik dünyada bile bir çalışmanın bulgularının nasıl yorumlanacağı ve bilimsel değerinin nasıl ölçüleceği konusunda ciddi sorunlar olduğu… Demek ki mamografi taramasının etkinliğini tartışmadan önce “bilgi” ile “malumat” arasındaki farka dikkat çekmemiz gerekiyor.
    Prof. Dr. Ahmet İnam bu farkı şöyle açıklıyor: “Bilgi, malumatı tartışmakla, sorgulamakla, onu bir bütünlük içine koymaya çalışmakla başlar. Bilgiye gerek duymayan, malumatla yaşayıp giden insanlar kolayca yönlendirilip, medya ve “eğitim” ile ustaca şekillendirilebilirler. Malumat teknoloji haline gelmiş; bu teknolojiye bizim gibi ülkeler yetişmeye çalışıyor; bunun için çığırtkanlar çağa övgüler düzüyor, “bilgiyi” göklere çıkarıyor. Bilginin bilgisine erişemeyen bu insanlara ancak “bilgi enayisi” denilebilir”.
    Türk Radyoloji Derneği de Dr. Aydoğan da yararlandıkları ulusal kaynakları göstermemişler. Ben olası kaynaklara (4,5) tahminlerimle ulaştım. İsabet ettiremediysem kendilerinden beni düzeltmelerini rica eder, yanıldıysam yorumlarımı geri alırım.
    Söz ettiğim kaynaklarda ve onları referans gösteren diğer çalışma ve yorumlarda bariz şekilde “taraf tutulduğunu” görüyorum. En basitinden, arkadaşlarımız belli merkezlere belli bir zaman diliminde başvuran meme kanserli kadınlardaki özelliklerin “ülkeyi temsil edebileceği” yanılgısındalar ve bütün tezlerini bu yanlış varsayım üzerine inşa etmiş olduklarının farkında bile değiller. Daha pek çok yöntem ve yorum hatasından her biri tek başlarına bile bu çalışmaların “bilimsel” sayılmasını engeller (bunları başka zaman uzunca tartışabiliriz). Ulusal Meme Federasyonundan bahsetmeye gerek bile duymuyorum ama Türk Radyoloji Derneği bu hataları deşifre etmek bir tarafa tutup bir de referans gösteriyorsa sorun çok ciddi demektir!
    İşin aslı, ülkemizde ve diğer ülkelerde 40 yaş ve 50 yaş altında bulunan meme kanserlerinin sıklığı daha ileri yaşlarda bulunanlardan kesinlikle daha düşüktür! Buna ilişkin olarak İzmir kanser kayıt Merkezinden Doç. Dr. Sultan Eser’in açıklamaları gayet yeterlidir (6).
    Ben, mamografi taramalarının 40’lı yaşlarda ve sonrasında senede bir yapılması gerektiğini savunuyorum ama bunun nedeni “malumat sahiplerinin” sandığı gibi ülkemizde meme kanserinin genç kadınlarda daha sık görülmesi değil! Nedenlerini başka bir yazımda paylaşmak isterim.
    Saygılarımla,
    Kaynaklar:
    1. http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2012/01/20/bir-tavsiye/rayasyonsuz-goruntulemeye-tepki/
    2. http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2012/09/19/etibba-diyor-ki/mamografi-tartismalari-halka-acik-olmamali/
    3. http://www.ekodialog.com/Makaleler/bilgi-sagligi.html
    4. Breast Cancer in the World and Turkey. V. Özmen. Meme Sağlığı Dergisi 2008;4(2):7-12
    5. Türkiye’de meme kanserli hastaların tanı ve tedavi yöntemlerine ulaşım hızı; çok merkezli gözlemsel çalışma. P. Saip ve ark. Meme Sağlığı Dergisi 2011;7(2):109-117
    6. Hekimforumu. Mamografi taramaları ve sayın Küçükusta’nın yazılarına yorum. 20 Eylül, 2012.

Siz de yorumunuzu paylaşın: